18 Şubat 2014 Salı

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK VE DEMOKRAT PARTİ!...


DEMOKRAT PARTİ'NİN [D.P.] 
KURULUŞUNDA
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK'IN ROLÜ
Dr. M. Galip Baysan
Bu gün oy kazanmak için demokrat partinin mirasına sahip çıkanlar acaba bu partinin kuruluş safhasında rahmetli Fevzi Paşanın rolünün ne olduğunu biliyorlar mı? Geçmiş bir yazımda çoğunlukçu demokratik düzene geçmek için İsmet paşanın gayretlerini açıklamaya çalışmıştım. Çünkü tek partili cumhuriyetten çok partili demokratik düzene geçiş kolay olmamış ve bu konuda Milli mücadele Liderlerine iktidar ve muhalefetin düzenlenmesinde büyük görevler düşmüştür. Bunun en önemli nedeni, demokrasi tecrübesinin azlığı ve siyasi ahlakın henüz ilkel bir durumda oluşudur.
Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Avukat Kenan Ö. Öner, 14 Şubat 1946’da kurdukları İstanbul İl Örgütünün ilk günlerini şu sözlerle anlatmaktadır.
“Partinin İstanbul teşkilatı, vazifesine başlamış olmakla beraber maddi ve manevi her vasıtadan mahrum, çırılçıplak bir halde idi. Paramız yok, yerimiz yok, bizlerle çalışacak arkadaşlarımız yoktu. Memlekette böyle işler için faydalı arkadaş bulmak da para kadar güçlük ihsas ediyordu. Hiçbirimizin siyasi faaliyetteki yeri olmadığı için kendilerine müracaat edecek tanıdıklarımız da pek az bulunuyor. Onların en namuslu ve en faziletlileri de bizimle beraber çalışmaktan çekiniyorlardı. Tanıdığımız ve inandığımız herkese müracaat ederek hiç olmazsa ilçeler teşkilatını kurabilmek için bize insan tavsiye etmesini rica ediyorduk. Bazıları temennilerimi kabul ederek isim veriyor, bir kısmı buna bile cesaret edemiyordu.”(1)
“Teşkilatımız ilk aylarda, birçok sebeplerle çok yavaş gidiyordu. En esaslı ve en faal yerler için seçtiğimiz insanlar korkuyor, kabul etmiyor, edenlerin bir çoğu da iktidar partisinin, hatta hükümetin baskısı altında çok geçmeden istifa ediyordu.”(2)
DP’nin kuruluş günlerinde Aydın’da hükümet tabipliği yapmakta olan Mükerrem Sarol, Adnan Menderes’le tanışıp, onun isteği ile partiye girdikten sonra, bir gün Aydın Valisi tarafından çağrıldığını ve kendisine şu tavsiyede bulunulduğunu anlatmaktadır.
“Yarından tezi yok hemen parti ile ilişiğini keseceksin. Ben burada vali isem ve Dr. Fazıl Şerafettin (Bürge) CHP müfettişi kaldıkça senin Aydın’dan mebus olman mümkün değildir. Mutlaka Meclis’e girmek istiyorsan bunun yolları vardır. CHP’ye girersin ve muradın derhal yerine getirilir.”(3)
Aynı günlerde Celal Bayar “Milli birliğinin bozulmaması için vatandaşların DP’ye girmemesi” şeklinde Halk partililerin yaptığı kötü propagandalardan şikâyetçi olurken, Adnan Menderes’te İzmir’de idare amirlerinin birer Halk Partili gibi çalışmalarından, uygulanan baskı ve yapılan korkutmalardan yakınıyordu.
Bu kritik dönemde DP’nin yoluna daha güvenle ve daha fazla halk desteği ile devam edebilmesi için güçlü bir “ele ihtiyaç vardı. DP’liler, bu güçlü el” olarak eski ve ünlü bir askeri Mareşal Fevzi Çakmak’ı düşündüler ve onunla temasa geçtiler. Cihat Baban DP’lilerin düşüncelerini şu sözlerle açıklamaktadır:
“1946 Nisan ayı. CHP seçimleri yenilemeye karar vermiş olduğu için, Halk partisi ile Demokrat parti arasında çatışmalar alabildiğinde sertleşmişti. (Terakkiperver ve Serbest Fırkaların başına gelenler) aslında DP muhalefetini yaşatmak isteyenlerin gözünü açmaya yaramıştı. Öyle bir tedbir almak gerekirdi ki, DP ne Terakkiperver, ne de Serbest Fırka’nın akıbetine uğrasın. Bu tedbir, Mareşal Fevzi Çakmak’ı küskünlüğünden istifade ederek muhalefet saflarına çekmek, böylece siyasi hayatta DP’ye oy verecek vatandaşa bir nevi emniyet kalkanı temin etmekti.
DP vatandaşa “CHP iktidarı DP’yi feshedemez, senin Serbest Fırkanın kapatılmasında olduğu gibi belalar gelemez. İşte İstiklal Savaşının üç büyüklerinden bir tanesi, Mareşal Fevzi Çakmak, senin önünde göğsünü sana siper etmiş. Sana zarar verecek, seni fişe geçirecek, fabrikadan attıracak, sana memuriyet vermeyecek olan iktidarın, bütün bu zorbalıkları yapabilmesi için evvela Mareşali tasviye etmesi lazım. Bu ise yürek ister buna kimse teşebbüs edemez” demeliydi.”(4)
Tasvir gazetesi Başyazarı C. Baban’ın DP adına teşebbüsleri başlangıçta olumsuz cavap alır. Mareşal kendisine “Hiçbir şey istemiyorum, bana Saraçoğlu geldi, Milletvekilliği ve arkasından da Meclis başkanlığı teklif etti, reddettim. Askerlikte ihtiyarlayan, işe yaramayan adamın, politikada hizmeti olur mu?” cevabını verir. Bunun üzerine Baban Mareşal’e Napolyon’un bir sözünü hatırlatır:
“General 60 yaşını buldu mu, onu askerin başından çekmeli, şerefli, fakat rahat bir milli göreve nakletmeli.”(5)
Daha sonra DP’nin teşebbüsleri devam eder ve Baban ikinci defa Mareşal’i ziyaret ettiğinde görüşmeler şu şekilde gelişir:
“Söz sözü açtı, Bayar’ın teklifi bahis konusu olunca:
 Ben bir partinin adamı olamam, dedi. Bayar’a da bunu söyledim. Bu sebepten dolayı da teklifini maalesef reddettim.
 Paşa, dedim, bir partinin adamı olamazsınız! Doğrudur. Fakat millet isterse, milletin karşısına çıkar, hayır hayır, ben senin arzuna, isteğine, bana gösterdiğin teveccühe rağmen, vazife yapmayacağım der misiniz?
Meydan savaşlarının ünlü kahramanı büyük askerin bir tereddüt geçirdiğini hissetmemek mümkün olmadı. “Millet ister mi? Milletim istiyorsa vazifeden elbet kaçmam ama, millet nasıl ister?”
Unutuldu, kenara atıldı zannedilen, üniformasından ayrı kalmakla hayattan uzaklaşmayı aynı şey zanneden adam “Millet isterse” sözünde kendisini büyüleyici bir sihir buldu. O zaman kendisine, İstanbul halkının onu bağımsız milletvekili yapmak üzere binlerce imza topladığını söyledim.
 Bana izin verirseniz, öğleden sonra tekrar geleyim, size İstanbul’da toplanan imzalar hakkında bilgi vereyim, kararınızı o zaman lütfedersiniz dedim.
Düşündü, yumuşamıştı, ordunun etrafına gölge saçan tarihi çınar, birden, baobap ağacı gibi büyümüştü, konuşurken sanki ağacın yaprakları hışırdıyordu. Sesindeki içtenliği, eski bir askerin kesin tutumuyla zedelemeden,
 Milletim isterse bir, bağımsız olmak şartıyla iki… Bu iki şartla milletvekili olmayı kabul ederim.
Bir kördüğüm çözülmüş, Demokrat Parti’nin kaderi, birden bire değişmişti.
Mareşal’in evinden ayrıldıktan sonra büyük bir hızla Sümer sokağa gittim. Bayar beni merakla hatta sabırsızlıkla bekliyordu. Odaya girer girmez:
 Oldu efendim, dedim. Mareşal adaylığını koymaya razı oldu.
Ve anlatmaya başladım. Milletin isteğiyle ve bağımsız olarak adaylığını koyacaktı.
Bayar’ın gözlerinin derinliğinde birdenbire memnuniyet kıvılcımları çaktı, yüzü sevinçten kızardı, boynuma sarıldı, beni öperken ısrarla “büyük hizmet ettin! Büyük hizmet ettin! Çok teşekkür ederim” dedi.”(6)
Mareşal’in iktidarın bütün tekliflerini(7) reddederek bağımsız da olsa muhalefet saflarında yer alması DP’nin talihini değiştiren bir olay olmuş ve partinin teşkilatlanması ve partiye katılmalar süratlenmiştir. Öyle ki 21 Temmuz 1946 günü yapılan seçimlerde DP, 49 ilde seçime katılmış ve bu illerde 273 aday gösterilmiştir. (8)
22 Temmuz 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Pari Cumhurbaşkanı seçimi geldiği zaman İnönü’nün karşısına Mareşal’i aday olarak çıkarmış ve bağımsız Mareşal, 60 kadar oy almıştı.(9)
DİPNOTLAR:
(1) Kenan Öner, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, s.18-19 (Osmanbey Matbaası, İstanbul-1948)
(2) Aynı eser, s.36
(3) Mükerrem Sarol, Bilinmeyen Menderes, s.35-36 (Kervan Yayınları, İstanbul-1983)
 (4) C. Baban, Politika Galerisi, s.95-96
(5)  Aynı eser, s.97
(6)  C. Baban, a.g.e., s.98-101
(7) Kemal Karpat, Turkey’s Politics, s.160 (The Transition to a Multi-Party System, Princeten, New Jersey-1959)
(8)  Aynı eser, s.163
(9)  C. Baban, a.g.e., s.102
Dr. M. Galip Baysan

21 Ocak 2014 Salı

46 Şafağı'nda DEMOKRAT PARTİ

SEVGİLİ VE DEĞERLİ HALKIMIZ
BİLSİN Kİ !..
Cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımlarından birini yaşamaktayız.
Türk milleti bu süreci de elbette sonlandıracaktır. Şimdilik sorumluları ve suçlarını tespit dönemindeyiz. Tedip ve tazmin dönemleri de gelecektir.
Şafak yakındır.
Yeni şafak, en az 1946’daki kadar demokrasiye, en az 1955’deki kadar kalkınmaya, en az 1966’daki kadar sanayileşmeye dönük bir heyecanla sökecektir.
Bunalımın ağırlığı ve bağlantıları, milli atılımın, inkılâpçı ve sosyal adaletçi bir programla yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
Gücümüz; 19 Mayıslarda, 7 Ocak 1946 şafaklarında denediğimiz birikimlerdedir.
Aşağıda 7.1.2014 tarihli bir değerlendirmeyi sunuyorum:
Hasan KORKMAZCAN
20. Dönem TBMM Başkan Vekili
 *
46 Şafağı’nda Demokrat Parti
İki yüz yıllık bunalımlı arayış dönemlerinin sonunda, 7 Ocak 1946 tarihinde Türk siyaset tarihinin en önemli adımlarından biri atıldı. Demokrat Parti kuruldu.
Altmışlı yıllardan seksenli yıllara kadar, benim çok dinlediğim “Biz 46 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” tanımlaması, merkez- merkez sağ siyasetin ortak kimliği oldu. Bu söylemi, demokrasi döneminin önemli hatiplerinden Talat Asal, Ali Naili Erdem ve Cevat Önder’in davudi seslerinden hâlâ duyar gibiyim.
Demokrasi, milli değerler, hukuk devleti, halka hizmet bilinci, faziletli yönetim, Cumhuriyetin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, egemen ve bağımsız bir toplum olarak dünya milletleriyle yarışmak, dünya barışına katkı, evrensel kültürü halkı Müslüman ve laik yönetimi benimsemiş bir millet olarak zenginleştirmek, dayanışma ruhuyla kalkınmasını bir arada gerçekleştirerek huzur ve refah toplumuna uzanmak hepimizin ortak hülyasıydı....
Her dara düştüğümüzde, her rehavete kapıldığımızda “46 Şafağı’nı” hatırlamak bize yeni bir başlangıç yapmanın enerjisini verirdi. Yeni başlangıçlar için hiçbir koşul bizi yılgınlığa ve bezginliğe itemezdi.
“1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” bilinci, millet hizmetinde üç-dört kuşağı kozmik bir eylem bulutu gibi sarmıştı.
1957 Seçimleri’nin sonuçlarını Isparta Demokrat Gazete’nin matbaasında şafak vaktine kadar izlemiştim. O yıllarda Celal Bayar’ı, İsmet İnönü’yü, Tevfik İleri’yi, Said Bilgiç’i, Suphi Baykam’ı, Fethi Çelikbaş’ı salonlarda ve meydanlarda dinlemiştim. Adnan Menderes’le şafak vakti yollara düşüp temel atma törenlerinin haberlerini yazmıştım. “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacaktır” sloganlarıyla mitinglerde konuşanlardan biri olmuştum.
27 Mayıs darbesi bu coşkuyu durdurdu. Adeta ırmağın yatağını değiştirdi. Daha önce halktan yönetime, partilerden halka geçen enerji akımı kesildi.
Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri, içinde her sınıftan Türk insanının bulunduğu bu sinerji yumağının en güzel tasviridir.
İşte, 27 Mayıs’ta kaybedilen bu ruh olmuştur.
Anadolu’nun büyük ozanı Homeros da her destan bölümüne güzel Anadolu’nun şafaklarını anlatarak başlar: “Toprakların üstünde uyanan Şafak kızı, gül parmaklarıyla ufukları boyarken kahramanlar yola koyulur.”
Bu Anadolu Şafakları, bu binlerce yıllık yurdumuzun hep taze başlangıçlara yönelten çağrıları, atalarımızı “Uzak Asya’dan” İstanbul’a, Roma’ya, Viyana’ya koşturmuştur.
1946 Şafağı da, Milli Mücadele kahramanlarını elbirliğiyle demokratik rejimi kurma görevine ulaştırmıştı.
Zamanın Milli Şefi de, zamanın muhalefet liderleri de TBMM’nin İstiklal Madalyası’yla onurlandırdığı gazilerdi. Onlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün silah, siyaset ve dava arkadaşlarıydı.
1950-1960 arasındaki kavgaları da sert oldu. Kırıcı oldu. Fakat bugüne kadar her kalite erozyonunda dönüp örnek aldığımız, devlet yönetiminin faziletli uygulamalarını da Türk tarihine onlar yazdılar.
1961 sonrasında bizler yine 46 Şafağı’nın ilhamlarıyla demokrasiyi yeniden inşa etmeye koyulduk.
1971 sonrasında yeni darbe saldırılarına 46 Şafağı’nın bilinciyle karşı koyduk. Bu yıllarda, demokrasinin yaralarını sarma konusunda İnönü-Bayar yakınlığına tekrar tanık olduk. Milli Mücadele’de yorgun vatanı kurtarmada birbirlerini tamamlayan rollerindeki gibi demokrasi görevi üstlendiklerini gördük.
7 Ocak 1946’da atılan demokrasi adımı tıpkı Kuvay-ı Milliye gibi, halkımızın tarih boyunca bağımsız ve egemen bir millet olarak “kendi iradesini devlet hayatına hâkim kılma” arzusuyla başlamıştır.
Biz, “1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” her zor dönemeçte yeniden fazilet yolculuğuna çıkacak enerji, umut, kuvvet ve kudrete sahip olduk.
Yeniden oluruz...