22 Kasım 2013 Cuma

"DP HAKKINDA" ÇOK ŞEY ANLATAN FOTOĞRAFLAR!...

Bu fotoğraf çok şey anlatıyor!...

1950 seçim kampanyası. Balıkesir’in Sungurlu ilçesi yakınlar. Bayar 67 yaşında. Kravatlı. Elinde şapkası kasketlilere konuşuyor. Her konuşmasında bir vesile ile ATATÜRK’ten bahsediyor. BU fotoğraf çok  şey söylüyor

İşte O, Kurucumuz: CELÂL BAYAR

Celal Bayar
Özet
Celal Bayar’ın mücadele hayatının – ki o kuşak hayatı, kesintisiz bir mücadele süreci olarak kabul ederdi – en büyük saygı ve hayranlık uyandıran örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam talebiyle yargılandığı ve idama mahkum edildiği dönemde dahi metanetinden zerre kadar fire vermemesi, granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta kalabilmesiydi.
Giriş
“Efendiler.. Memleketi tehdit eden felaket o kadar büyüktür ki, sadece yazıp çizmekle, büyük içtimalar yaparak söz söylemekle, bu felaketin önüne geçmek mümkün olamaz. Yunanlılar burayı fiilen işgal etmeseler bile, Makedonya’daki siyasetlerini takip etmeleri, komitacılar vasıtasıyla çeteler teşkil ettirerek Türk köylerini mütemadiyen iz’aç eylemeleri ve Türk varlığını söndürmek için birçok teşebbüslere girişecekleri muhakkaktır. İzmir civarında sık sık tekerrür eden hadiseler de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bugünkü hükümetin vaziyeti ıslah etmesini beklemek abestir. Hükümeti kuvvetlendirmek ise maddeten imkânsızdır. Şu halde yapılacak yalnız bir tek şey vardır: O da bir taraftan ilmi müdafaaya devam edilirken, diğer taraftan silahına dayanan milli bir kuvvet hazırlamaktır. Şunu iyi bilmek lazımdır ki, İzmir’in varlığını koruyacak nutuklar ve yazılar değil, silahtır.”
1915 ilkbaharında İzmir’in işgalinden önce Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, Aydın, Manisa, Denizli, Muğla, Balıkesir ve İzmir çevresinden 33 kazayı temsilen 165 delegenin katıldıkları bir oturumda Celal Bayar’ın yaptığı bu konuşma, onun yaşam çizgisinde ilerde kendisini önemli devlet görevlerine, savaştan sonra ilan edilen Cumhuriyet’in zirvelerine taşıyacak zorlu mücadelenin ilk kanıtıdır.
Celal Bayar’ın konuşması “aylardır ruhları dolduran, fakat fışkırmaya imkân bulamayan milli hisleri” canlandırmıştır. Bu oturumun ardından memleketlerine dönen delegeler, kendilerini gönderenlere “sert ve çıplak hakikati” anlatmışlardır.1
ATATÜRK'ÜN MENDERES İLE KARŞILAŞMASI:
"1930 yıllarında işler kötü gidiyor. 
Ekonomi kötüye gidiyor. Atatürk devrim yapıyor inkılap yapıyor ama işler yürümüyor bundan ızdırap duyuyor ve diyor ki 'Biz bir muhalefet partisi kurarsak bunlar iktidarı dürterler, teşvik ederler.' 
Ve Serbest Fırka kuruluyor. 
Menderes'in girdiği ilk parti bu. Ve sonradan kapatılıyor. Atatürk bir geziye çıkıyor. Her gittiği yerde Halk Fırkası'nın milleti küçük gördüğünü, zabıtaların halkı aşağıladığını görüyor. Aydın'a gidiyor orada da aynı tablo. Orada onu Adnan diye bir gençle görüştürüyorlar. Kendisi o zaman Türk Ocakları'nda görevli. Adnan Menderes ona dil kongresinden bahsetmiyor, balolardan bahsetmiyor. Yol, köprü baraj, üretimin artması, köylünün ürünün para etmesi bunlardan bahsediyor. Atatürk'ün kimseden duyduğu şeyler değil. 
Atatürk diyor ki: 'Bu çocuk ileride başvekil olacak'.. 
Hemen Ankara'ya döner dönmez 'O'nu milletvekili yapacaksınız' talimatını veriyor"
***
İzmir’deki bu tarihi oturum, Ege’nin Türk olduğunun ve Türk kalması gerektiğinin duyurulması; Paris’e beş kişilik bir temsilci kurulunun gönderilmesi ve gerekirse silahlı mücadeleye girilmesi kararlarıyla dağılmıştır.2
Atatürk’ün “son” Başbakanı’nın, Atatürk’ün ölümünden 12 yıl sonra, bu defa muhalefet lideri sıfatıyla katıldığı 1950 seçimlerinde elde ettiği büyük zafer ardından, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı oluşunun iki ilginç yanı vardır: Biri, Bayar’ın, Türk İstiklal Savaşı’ndan ve Atatürk ekolünden yetişmesi; diğeri, Modern Türk Ulusu’nun mimarı ve Cumhuriyet’in kurucusu Kemal Atatürk’e olan “özel” bağlılığıdır. Nitekim Celal Bayar, Türk İstiklal Savaşı’nı yöneten ve Cumhuriyeti ilan eden liderlik kadrosundan Atatürk ve İnönü ile birlikte Cumhurbaşkanlığı makamına yükselen “üçüncü” ve “son” kişidir.
16 Kasım 1938 günü Atatürk’ün “son” Başbakanı sıfatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde yaptığı konuşma, Celal Bayar’daki, tanımlanması gerçekten güç ve derin Atatürk sevgisinin izlerini taşımaktadır:
“Arkadaşlar, Atatürk’ün hayatı ve mazisi hakkında söz söylemeyi kısa bir celseye sığdırmak en müşkül olan bir iştir. Yalnız müsaadenizle çok sevdiği ve çok güvendiği, büyük milletinin iradesini temsil eden bu kürsüden O’nun maneviyatına hitap ederek diyorum ki:
“Atatürk,”
“Seni sevmek, tebcil etmek her Türk vatanseverinin milli ödevi ve namus borcudur.”3
9 Mayıs 1950 günü, kendisine cumhurbaşkanlığı yolunu açan 14 Mayıs 1950 seçimlerinden beş gün önce, Celal Bayar, seçim bölgesi Bursa’da Cumhuriyet’in bir yurttaşı kimliğiyle konuşurken, Atatürk’e olan yakınlık ve bağlılığını özellikle vurgular gibidir:
“Ben Gemlik’in Umurbey köyünde doğmuşum. Babam, köyün Rüştiye muallim-i evveli Abdullah Fehmi Efendi’dir. Kendisini tanıyanlar, mesleğine bağlı iyi bir insan olduğunu söylerler.”
“Milli Mücadelenin ilk gününden beri Büyük Ata’nın yanında, dünyanın hayranlığını çeken inkılâplar olurken, vazife başında idim. Hayatımın en büyük bahtiyarlığını teşkil eden bu yakınlık ve bağlılığım Atatürk’ün nefesini Allah’a teslim ettiği ana kadar devam etmiştir.”4
Celal Bayar, tüm yaşamı boyunca Atatürk ile olan özel bağını vurgulamaya ve Modern Türkiye’nin oluşumunda Kurucu Önder’in rolünü anlatmaya özen göstermiştir.
Demokrat Partili bir siyaset adamı tarafından sonradan aktarılan bir anıda yer alan sahneler bu durumun örneklerinden yalnızca biridir:
“1953 yılında Demokrat Parti Hükümeti, başta Azot Fabrikası olmak üzere Kütahya’da bazı yeni tesislerin temelini atacaktı. Devlet ve hükümet başkanları, kalabalık bir maiyet erkânı bu törenlerde hazır bulunuyorlardı. O günün gündemindeki işler arasında T. İş Bankası Kütahya Şubesinin açılışı da vardı. Bankanın açış konuşmasını yönetim kurulu adına benim yapmam uygun görülmüştü. Konuşmamda Bayar’ı ‘Milli bankacılığımızın babası ve öncüsü’ olarak gösterdim. Törenden sonra misafir olduğumuz orduevine döndüğümüzde Bayar beni yanına çağırttı, salonun tenha bir köşesine birlikte yürüdük, orada bana, ‘Konuşmanız güzeldi, fakat büyük bir yanlışlık yaptınız,’ dedi. Hayretle yüzüne baktığımı görünce sözüne şöyle devam etti: Türkiye’de her yeniliğin öncüsü ve sizin dediğiniz gibi babası, Atatürk’tür, Milli Bankacılığımızın babası da odur, ben ancak onun emir ve direktifi ile hareket etmişimdir, bunun başka türlü izahı yoktur,’ dedi. Bunun üzerine çok üzüldüğümü anlamış ve ‘Üzülmeyiniz, bir daha böyle bir hataya düşmemeniz için sizi ikaz etmek istedim,’ diye beni teselli etmiştir.”5
14 Mayıs 1950’de, Celal Bayar’ın liderliğindeki muhalefetin seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanması üzerine, Demokrat Parti Meclis Grubu, Cumhurbaşkanı ile Meclis Divanı için kendi adaylarını tespit etmek üzere 20 Mayıs 1950 Cumartesi günü toplanmıştır. Kulislerde bir ara eski Yargıtay Başkanı Halil Özyörük’ün veya emekli Orgeneral Ali Fuat Cebesoy’un Cumhurbaşkanlığına getirilmesi yolunda eğilimler belirmişse de, Grup, parti merkezinden yapılan telkinler doğrultusunda Cumhurbaşkanlığına partinin genel başkanı Celal Bayar’ı, Meclis Başkanlığına partinin dört kurucusundan biri olan Refik Koraltan’ı aday olarak seçmiştir.6
22 Mayıs 1950 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde, kullanılan 453 oydan 387’sini kazanan İstanbul Milletvekili Celal Bayar, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçimde diğer kişilere verilen oyların dağılımı şöyledir: İsmet İnönü 64 oy, Halil Özyörük 1 oy, çekinser 1 oy. Seçimin ardından Celal Bayar and içerek görevine başlamıştır.7
Yeni Cumhurbaşkanı yemin etmek üzere Meclis salonuna girdiğinde Demokrat Partili Milletvekilleri kendisini oturdukları yerde alkışlarla karşılamışlardır. Bu davranışlarıyla Demokrat Partililer, 1946 seçimlerinden sonra oluşturdukları kurala uymuşlar, serbest bir seçimle gelmiş olmasına rağmen devlet başkanı genel kurul salonuna girerken ayağa kalkmamışlardır. Cumhuriyet Halk Partili Milletvekilleri ise yeni devlet başkanını ayakta, ama alkışsız selamlamışlardır.8
ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDE DEVİR TESLİM
Celal Bayar’ın Çankaya Köşkü’ndeki ilk günlerini önceki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Özel Kalem Müdürü Haldun Derin’in notlarından kısmen izlemek olanaklıdır:
“Bayar, Genel Kâtip Cemal Yeşil’i evine çağırtmıştı. Yeşil’le, Bayar’ın yanından Kalem’e döndüğünde, görüştük. Bayar, bütün arkadaşların vazifelerine devamını istemiş. ‘İnönü tarihi şahsiyettir. Bir emri olursa yerine getirirsiniz. Temasınızı muhafaza edersiniz. Aksini düşünmek Şark zihniyeti ile hareket etmek olur. Başyaver Cevdet’in gözlerinden öperim,’ demiş.”9
“23 Mayıs sabahı, iki gün önce İnönü’yü uğurlamış olduğumuz 18 numarada, başta genel kâtip olmak üzere, bütün memurlar toplandık. Bayar kentten geldi, bizlerle tanıştı. ‘Dikkatle vazifenize devam ediniz,’ buyurdu. Şimdilik kendisi yalnız başına Köşk’te yatıp kalkacak. Evinden getirdiği güvenilir oda hizmetçisi Emin yanında olmak üzere...”
“Meclis’ten otomobillerle Atatürk’ün geçici kabrine gidildi. Büyük bir kalabalık ‘Yaşa, Varol,’ diye bağırıyor.(...)”10
Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Haldun Derin, ilk günlerde Çankaya Köşkü’nde gözlemlenen bir diğer önemli değişikliği ise şu şekilde not etmektedir:
“Cumartesi, Pazar günleri, Köşk bahçeleriyle eski Köşk’ün halka açık olduğunun ilan edilişi, yirmi yedi yıldır akla gelmemiş parlak bir buluştu.”11
Bu arada, Köşk Özel Kalemi’ne katılan yeni isimler de vardır:
Bunlardan biri olan, 1951 yılı Şubat ayından 1951 senesi Temmuz ayında Varşova Büyükelçiliğine tayin edilinceye kadar, hemen her gün iki saat Cumhurbaşkanı ile yakın çalışma olanağı bulan diplomat Fikret Belbez gözlemlerini şöyle aktarmaktadır:
“Cumhurbaşkanımıza her gün Hariciye’den gönderilen şifre telgrafları ve raporları mevzularına göre birleştirerek arz ederdim.”
“Sayın Bayar bu telgrafları dikkatle okur, mühim gördükleri yerlerin altını çizer, icap ederse sualler sorardı. Her telgrafı bütün entelektüel enerjisini toplayarak inceler ve değerlendirirlerdi. Gayet sükûnetle konuşmadan çalışırlardı. Esasen pek az konuşurlar, daha ziyade karşısındakini dinlerlerdi.”
“Yazıları gayet açık, berrak ve sadedir. Stilinde karışık cümleler, lüzumsuz sıfatlar, zorlanmış, süslenmiş ifadeler yoktur.(...)”
“İnsan Sayın Bayar’ı yakından tanıdıkça Atatürk’ün, neden bu kadar arkadaşları içinden onu seçip başa geçirdiğini daha iyi anlar.(...)”12
KÖŞKTE YENİ YIL KUTLAMASI
1950 yılı biterken Muhafız Alayı gazinosunda yapılan yılbaşı kutlamasının konukları arasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar da vardır. Cumhurbaşkanı Bayar, bu yılbaşından sonra da bazı bayram gecelerini, yılbaşı karşılamalarını o yıllarda Köşk’teki küçük bir salondan ibaret askeri gazinoda subay, astsubay ve eşleri arasında geçirmiştir.13
ÖZEL VAGONDA TOPLANTI
“Demokrat Parti iktidarının birinci yılı içinde idik. Cumhurbaşkanı Bayar, yolcuları arasında bulunduğum, Anadolu ekspresine bağlı özel vagonla, İstanbul’dan Ankara’ya dönüyordu. Katarda milletvekili başka yolcular da vardı. Hareketten biraz sonra Cumhurbaşkanı tarafından özel vagona davet edildik. Günün sorunları arasında, Atatürk heykellerine karşı girişilen adî tecavüz vakaları önemli bir yer işgal ediyordu. Aslında bu saldırılar birkaç yıl önce başlamış ve giden iktidar tarafından önlenememişti. Yeni hükümet, Büyük Kurtarıcı’nın eserlerinin ve hatıralarının korunması için kanunî tedbirler alınmasına lüzum görmüş ve bu maksatla bir tasarı hazırlamıştı. Hükümetin kararı basında, Türkiye Büyük Millet Meclisi kulislerinde, özellikle Demokrat Parti Grubu mensupları arasında çeşitli yorumlara ve tartışmalara konu yapılıyordu. Özel vagona çağırılan milletvekilleri yerlerini alır almaz Bayar konuşmaya başladı. Heyecanlı görünüyor, hiddetini dizginlemeye çalışıyordu. Kısa bir girişten sonra zapt etmeye lüzum görmediği heyecanlı ses tonu ve kararlılığından şüphe edilmeyecek bir kesinlikle sözlerini sürdürdü:”
"Bu seri tecavüzlerin önlenmesi için çıkarılmasını benim de zarurî gördüğüm kanun engellenir veya maksadından saptırılırsa, Banisini koruyamayan Cumhuriyet’in Başkanlık görevine devam etmem mümkün değildir. Bu takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Partinizin (yani Demokrat Partisi’nin) azası da kalamam. Cumhurbaşkanlığından, Milletvekilliğinden ve Partinizden istifa edeceğim. Davamı, tek başıma, milletimin huzuruna getirerek mücadeleyi orada başlatacağım."
“Sahne, tüm canlılığı ile bugün de gözlerimin önünde, kararlı ses, tüm titreşimleriyle, hâlâ kulaklarımdadır. Atatürk sevgisinin bu asil tezahürünü her zaman aynı hayranlık içinde anar ve yaşarım.”14
ANITKABİR İNŞAATI VE İLK TÖREN
1950’ler başında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda görevli subaylardan ve Anıtkabir Muhafız Bölüğü Komutanı Üsteğmen (sonra Orgeneral) Sabri Yirmibeşoğlu anlatıyor:
“Bayar’ın şahsi ilgisiyle inşaatın ilerlemeye başlamasıyla birlikte, Çankaya’dan bölüğümüzle Anıtkabir’e intikal etmiştik. Bölüğün kalacağı ayrı bir bina inşa edilmemişti. Mecburen, Aslanlı yolun bitiminde sağdaki Mehmetçik Kulesi ile şimdi İnönü’nün kabrinin bulunduğu alt bölüme erleri, şimdi Müze Müdürlüğü olan üst kısımda bölük ve takım komutanlarını yerleştirdik. Duvarlar ıslaktı, özellikle erleri yatırdığımız alt koridor, rutubet içinde idi, duvarlarından sular sızıyordu. Kışın ısıtma tertibatı olmadığı için büyük gaz sobaları kurduk. Yerden boruların çıkış seviyesi çok alçak olduğu için bazı geceler sobalar çekmiyor ve çıkan kurum ve gazı dışarıya doğru veriyor yüzümüz gözümüz kurum ve isten simsiyah oluyordu. Erlerin çamaşırını yıkayacak yer ve çamaşır makinesi ve diğer ihtiyaç yerleri yetersizdi. Herhalde Anıtkabir gibi bir yerde ateş yakıp kazanda erlerin çamaşırlarını yıkayamazdık. Merak nedeniyle yerli yabancı birçok kişi inşaatın gidişatını izlemeye geliyordu.(...) Bütün sıkıntılara rağmen; Anıtkabir Muhafız Bölüğü mensubu olarak gururlanıyor ve onur duyuyorduk. Cumhurbaşkanı Bayar her gün değilse bile iki veya üç günde bir Anıtkabir inşaatına gelir, yapılanları görür, bize ve diğer çalışanlara iltifat ederdi.”15
“Nihayet 10 Kasım [1953] günü, muhteşem bir törenle bütün Türkiye’nin kalbi Ankara’da çarparcasına heyecan içinde bütün Ankaralılar güzergâhta olduğu halde Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’e getirildi ve Mozole’nin altında hazırlanmış kabrinde toprağa verildi. Kardeşleri Makbule Hanımı Aslanlı yolun başında bir koltuğa oturtmuştuk, gözyaşlarını silerek, ağabeyinin hayata veda ettiği 10 Kasım günü olduğu gibi hüzünlü idi.”
“Genelkurmay Eski Başkanlarından Orgeneral Salih Omurtak’ı, İstiklal Savaşı’nın Genelkurmay II. Başkanı’nı üniformalarını giymiş şekilde evinden bir vasıta ile tören yerine getirmiştik, zor yürüyordu.(...)”
“Atatürk’ün mozole altındaki toprağa verilişinde sadece Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve bir evvelki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Başkanı ve Başbakan ile Cumhurbaşkanlığı Muhafız Kıta Komutanı ve Muhafız Bölük Subayları, bizler bulunmuştuk.”16
CUMHURBAŞKANI BAYAR’IN KONUŞMASI
Atatürk’ün naşının Anıtkabir’e defnedilmesi töreninde Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın konuşması şöyledir:
“Aziz Atatürk’ün Etnografya müzesinin bir tahta masasında yattığını düşünmek, benim için dayanılmaz bir sızı idi. Sürekli izlemelerle, nihayet, üç yıl sonra Anıtkabir tamamlandı. Başbakan Menderes’le birlikte son bir defa daha Anıtkabir’i gözden geçirdik; karar verdik ki, içinde bulunduğumuz 1953 yılının 10 Kasım’ında Atatürk’ü ebedi makberesine tevdi edebiliriz.”
“Eğer Cumhurbaşkanı olmanın bir faniye kazandırdığı şereften ayrı bir değeri ve hazzı varsa, o da benim için Sevgili Atatürk’ü, Etnografya müzesinden alıp, Anıtkabir’deki ebedi metfenine tevdi ettiğim tarihi günü yaşamış olmamdır.”
“Etnografya müzesinden Anıtkabir’e kadar olan mesafeyi 4,5 saatte tükettik. Aziz naşını vatan toprakları üzerine tevdi ettikten sonra, gözyaşlarımı tutamadığım uzun bir konuşma yaptım. Onu, duya duya, seve seve söyledim. Ve sözlerimi şöyle bitirdim:”
“ATATÜRK! Sen, bizdendin!... Seni Halife yapmak, Padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin! Hayat ve şahsiyetini, milletin hizmetine vakf ettin!.. Türkün gıpta ettiği, övündüğü vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk milletinin ta kendisisin!.. Şimdi seni, kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki, hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk Milletinin minnet dolu sinesidir!... Nur içinde yat!..”17
“ATATÜRK GERÇEKÇİDİR”
“Atatürk metodolojisinde ‘duygu’ya yer yoktur. Laboratuara girmiş bir ilim adamı, tüpteki oksijenle hidrojen arasında nasıl bir ayrım yapmaz, birinden birini kendisine daha yakın görmezse sosyal bilimin laboratuarına giren bir devlet adamı da doğru bir sonuca varabilmek için, tüm duygularından sıyrılmak zorundadır. Atatürk, işte bunu başarabiliyordu... Eğer siz de başarabilirseniz, Atatürk gibi düşünmüş olursunuz.”
“Bütün bu anlattıklarımdan ötürü diyorum ki, duygularımızın karıştığı işlerde Atatürk gibi düşünmek nasıl zorsa, böyle düşünüp gerçeği bulduktan sonra, ona başkalarını inandırmak büsbütün zordur. Atatürk, 1918 yılında işte bu çifte güçlüğü aşıyor ve “Ulusal And” kararını Erzurum Kongresi gibi çetin bir kongreye kabul ettirebiliyordu. Atatürk reçetesinin bu ilk ilacı, anlattığım duygusal şartlar içinde zehir zıkkımdı. Ve Atatürk hastayı bu zehir zıkkım ilacı içmeye razı edebilmişti.”
“Büyük, çok büyük iştir!..”
“Özellikle Erzurum, Sivas Kongreleri ile Birinci Büyük Millet Meclisi milletvekillerinin büyücek bir bölümü, duygusal kararlara çok yakındı. Zaferin kazanıldığı ve Lozan müzakerelerinin sürdürüldüğü günlerde bile, karşı taraftan en küçük bir direnme gelince ‘Yürüyüp Atina’yı alıvermeyi’ teklif edenlere rastlıyorduk!..”18
CELAL BAYAR VE İRTİCA
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın seçim bölgesi Bursa’da valilik yapan İhsan Sabri Çağlayangil anlatmaktadır:
“Bursa’da kendini bilmez birkaç yobaz, 1957 seçimlerinden evvel, bir Cuma namazında ‘Biz Mehdiyiz,’ diye ellerinde kılıçlarla Ulu Cami’nin minberine tırmanmışlar, olay çıkarmışlardı. İzinli olduğu için o gün sivil elbiseyle namaza gelen bir polis memuru, büyük bir cesaretle bu çılgınlığın karşısına çıkmış, uyanık cemaatin yardımıyla yobazları anında hareketsiz kılarak Valiliğe getirmişti.”
“O zamanın Bursa Savcısı aziz dostum Turhan Kapanlı ile soruşturmaya henüz başlamıştık ki, Cumhurbaşkanı Bayar beni telefonla ve bizzat aradı:”
“Vakayı şimdi öğrendim, dedi. Ne hareketin çabuk bastırılmış olması, ne de yapanların aczi, hadiseyi küçümsemeye sebep teşkil etmemelidir. Vakanın din ve dindarlıkla bir ilgisi yoktur. Bunlar, Müslümanlığın ticaretini ve simsarlığını yapanlardır. Yalnız olamazlar. Mutlaka akıl hocaları, taraftarları, teşvikçileri vardır. Hadisenin mihrakına inmeli ve bütün şebekeyi süratle meydana çıkarmalısınız.”
“Atatürk’ün irtica karşısındaki hassasiyetini hatırlayınız. O sağ olsaydı bu olay karşısında ne yapacak idiyse, biz de bugün onları yapmalıyız. Böyle hareket etmenizi, neticeye süratle ulaşmanızı yaşınızdan bekliyor ve sizden istiyorum.”19
CEZAEVİNDE 10 KASIM TÖRENİ
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Partili Parlamento ve Hükümet Üyeleri tutuklanarak cezaevine konulmuşlardır. Türkiye’nin yakın tarihinde Yassıada Mahkemeleri diye bilinen yargılamalar sonunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın idam cezası, yaşlılık gerekçesiyle ömür boyu hapis cezasına çevrilmiş ve diğer siyasi mahkûmlarla (Demokrat Partili siyasetçiler ve dönemin bürokratları ile) birlikte Kayseri Cezaevine hapsedilmişlerdir.
Celal Bayar’ın kader arkadaşlarından bir siyasi mahkûmun, cezaevinde yaptıkları “Atatürk’ü Anma Töreni”ni anlattığı şu satırlar ilginçtir:
“Kayseri Cezaevinde geçirdiğimiz ilk Kasım ayının başlarında idi. Arkadaşlar, Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde, bir konuşma yapması için Hikmet Bayur’a rica etmişlerdi. O da, ‘Bayar varken bu iş bana düşmez,’ demişti.”
“Bayar konuşacaktı.”
“O gün hepimiz, Kayseri Cezaevinin bize ayrılan kısmının iç avlusunda toplandık. Bayar, dik ve ciddi adımlarla avluya geldi. Her zamanki gibi derli toplu giyinmişti. Yaptığı konuşmada, O büyük Türk’ün memleketi için neler yaptığını; hastalığında bile Hatay’ı kurtarmak için kendi sağlığını nasıl hiç saydığını anlatırken sesi titremeye başladı ve gözlerinden yanaklarına iki damla taş yuvarlandı.”
“Hepimiz duygulanmıştık.”20
Celal Bayar’ın günlüğünden:
“Bugün saat 9.05 geçe bütün tutuklularla Atatürk’ümüz için ihtiram duruşunda bulundum.”
“Ben, bir konuşma yapmak teklifi ile karşılaştım, konuştum.”21
CELAL BAYAR’IN AFFI VE İSMET İNÖNÜ
Deneyimli devlet adamı İsmet İnönü, ömür boyu hapis cezası ile Kayseri Cezaevinde tutulan Celal Bayar ve arkadaşlarının durumu ile sürekli ilgilenmiş ve askeri müdahalenin ardından sivil yönetime geçiş süreci de tamamlandıktan sonra “siyasi af sorununu -büyük güçlüklere karşın-çözüme kavuşturmayı başarmıştır.
Celal Bayar ve arkadaşlarının affı konusunda İsmet İnönü, eşi Mevhibe Hanıma şunları söylemiştir:
“Istıraplı bir devreyi sona erdirmek istiyorum. Demokrasi, birtakım tecrübelerle elde ediliyor. Bazen bunlar acı oluyor. İdare edenler kadar şartlar da bu neticeye sürüklüyor.”22
104 YAŞINDA
Türk İstiklal Savaşı’nın Galip Hoca’sı, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar 104 yaşında vefat etmiştir. 1883 yılında Gemlik’e bağlı Umurbey Köyü’nde doğmuştur. Çalışma yaşamına Gemlik Mahkemesi ve Reji kalemlerinde memur olarak başlamış; ardından Bursa Ziraat Bankası’nda görev almış ve bu arada Harir Darü’t-talimi ve College Français de l’Assomption okullarında öğrenimini sürdürmüştür. Celal Bayar’ın siyasi yaşamı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İkinci Meşrutiyet’ten sonra Bursa’da açılan şubesinde görev almasıyla başlamıştır. Bir süre sonra Bursa, daha sonra da İzmir İttihat ve Terakki Şubeleri’nin Genel Sekreterliğine getirilmiştir.
Kooperatifçiliği teşvik etmiş, Halka Doğru Dergisi’ni çıkarmış; Turgut Alp takma adıyla yazılar yazmıştır. 1918’de Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti’ne katılmıştır. İzmir’in işgalinden sonra Aydın’ın geri alınışına fiilen görev almış ve Akhisar Milli Cephesi Alay Komutanı olmuştur. 1920 yılında Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Saruhan mebusu olarak girmiştir. Milli Mücadele’yi öven bir konuşmasından dolayı hakkında tevkif kararı çıkartılınca Anadolu’ya geçmiş ve I. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Bursa milletvekili olmuştur. 1921’de İktisat Vekilliği ve 1922’de geçici olarak Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. Lozan Konferansı ilk murahhas heyeti müşaviridir. 1923 seçimlerinden sonra II. Büyük Millet Meclisi’nde İzmir milletvekilidir. 1924 yılında Atatürk tarafından Türkiye İş Bankası’nı kurmakla görevlendirilmiştir. 1932 yılında İktisat Vekili olmuş ve 1937’de Başbakanlığa getirilmiştir. 25 Ocak 1939’a kadar bu görevde kalmıştır.
7 Ocak 1946’da arkadaşlarıyla Demokrat Parti’yi kurmuş ve başkanlığına seçilmiştir. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğunu sağlamasıyla 22 Mayıs 1950’de Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile görevinden uzaklaştırılmış ve Yassıada Mahkemesi’nce idam cezasına çarptırılmıştır. Ancak, yaşlılığı nedeniyle cezası müebbet hapse çevrilmiştir. 7 Kasım 1964’te sağlık gerekçesiyle serbest bırakılmıştır.
22 Ağustos 1986’da vefat eden Celal Bayar, Bayan Reşide Bayar ile evliydi ve üç çocuk babası idi.
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın vefatı haberini alan dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Günlüğü’nde şunlar yazılıdır:
“22 Ağustos 1986:”
“İki gündür hastanede koma halinde bulunan Celal Bayar’ın vefat haberini getirdiler. Yemekte Başbakan Özal da vardı. Nasıl bir merasim yapılması hakkında direktifimi öğrenmek istediler. Ben de rahmetli Cevdet Sunay’a ne yapılmışsa aynını yapalım, dedim, öyle kararlaştırdık. Rahmetli 104 yaşına kadar yaşadı. Bu kadar ömür kime nasip olur?”23
“28 Ağustos 1986:”
“Bugün kaldırılan Bayar’ın cenazesine ben de Maltepe Camii’ne kadar yaya olarak gittim. Yol boyu çok kalabalık vardı. Maltepe Camii’nde merasim sona ereceğine yakın Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, kocası ve kızı ile yanıma gelerek, babası için düzenlenen bu törenden duydukları memnuniyeti tekrar tekrar dile getirip teşekkür ettiler.”24
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ardından -vefatının ertesi günü-Gazeteci Oktay Ekşi’nin değerlendirmesi şöyle olmuştur:
“Bayar, ciddi bir öğrenim görmüş değildi. Ama kendisini iyi yetiştirmişti. Keza nizami askerlik hizmetini de yapmamıştı, ama yaşadığı dönemin bütün önemli mücadelelerinde görev almıştı. Türk İstiklal Savaşı’nın ‘Galip Hoca’sı sıfatıyla vatanına verdiği hizmetler ona kırmızı kordonlu İstiklal Madalyası ile büyük bir şöhret kazandırmıştı.”
“Bayar’ın mücadele hayatının -ki o kuşak hayatı, kesintisiz bir mücadele süreci olarak kabul ederdi- en büyük saygı ve hayranlık uyandıran örneği, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonucu Yassıada’da idam talebiyle yargılandığı ve idama mahkûm edildiği dönemde dahi metanetinden zerre kadar fire vermemesi, granitten oyulmuş bir heykel gibi dimdik ayakta kalabilmesiydi.”25
Referans, kaynaklar ve dayanaklar: 
1 Cemal Kutay, Celal Bayar, Bir Türk’ün Biyografisi, (İstanbul, Onan B., ?), ss. 53-54.
2 Erkan Şekerci, Türk Devrimi’nde Celal Bayar, 1918-1960, (İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi, 1999), s. 33.
3 Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, (İstanbul, Sel Y., 1955), s. 10.
4 Celal Bayar’ın 1946, 1950 ve 1954 Yılları Seçim Kampanyasındaki Söylev ve Demeçleri, (Ankara, Doğuş M., 1955), ss. 65-66.
5Atıf Benderlioğlu, “Bayar’ın Atatürk Sevgisi,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), s. 41.
6 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara, Nurol M., 1998), s. 50.
7 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem IX, Birleşim 1, Oturum 1, (22 Mayıs 1950), Cilt 1, ss. 7-8.
8 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), (Ankara, Nurol M., 1998), s. 50.
9 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), (İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Y., 1995), s. 260.
10 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), s. 263.
11 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), s. 271.
12 Fikret Belbez, “Bazı Özellikleri,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, (İstanbul, Tercüman Y., 1982), ss. 38-39.
13 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul, Kastaş Y., 1999), Cilt I, s. 99.
14 Hayrettin Erkmen, “Bir Devlet Adamı,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 77.
15 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, (İstanbul, Kastaş Y., 1999), Cilt I, ss. 124-125.
16 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım, ss. 125-126.
17 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, ss. 373-374.
18 Celal Bayar, Atatürk Gibi Düşünmek, (Der. İsmet Bozdağ, İstanbul, Tekin Y., 3. Basım, 1999), ss. 43-44.
19 İhsan Sabri Çağlayangil, “Bayar Yüz Yaşına Girerken,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 60.
20 Cevdet San, “Bayar’ın Gözlerinde İki Damla Yaş,” 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, s. 156.
21 Celal Bayar, Kayseri Cezaevi Günlüğü, ss. 15-16.
22 Gülsün Bilgehan, Mevhibe II, (Ankara, Bilgi Y., 1998), s. 257.
23 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, (İstanbul, Milliyet Y., 1994), s. 304.
24 Kenan Evren, Zorlu Yıllarım 2, s. 305
25 Oktay Ekşi, “Son Temsilci de Gitti...” Hürriyet, 23 Ağustos 1986.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir
26 ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 67-68-69, Cilt: XXIII, Mart-Temmuz-Kasım 2007

13 Eylül 2013 Cuma

Prof. Dr. İsa KAYACAN'da KINADI!....

TIKLA> LİNK :: Menderes ve dönemlerine ait yayınların pek çoğu gerçeği yansıtmıyor...

Menderes  ve dönemlerine ait yayınların
pek çoğu gerçeği  yansıtmıyor
                                                                                                             Prof.Dr.İSA KAYACAN
Özel televizyonlarımızın pek çoğunda yayınlanan dizilerde, gösterilen bölümler sık sık tekrarlanırken, yine bu Tv. Açık oturumlarına konuşmacı olarak katılanların, özellikle yaşı çok genç olanların bilmedikleri, yorum getirmedikleri konular kalmadığı görülüyor.
            Demokrat Partinin l950 ve l960 yılları arasındaki hizmetleri, o dönemin unutulmaz lideri Adnan Menderes’le ilgili tv’lerde yayınlanan belgesellerin de hemen hemen hiçbiri gerçekleri yansıtmıyor.
            Bu yayın ve belgesellerde, o dönemin olumsuzlukları öne çıkarılarak, özellikle gençlerin doğru bilgilenmeleri önleniyor.
            Son olarak özel bir Tv Kanalında, “Ben onu çok sevdim” adıyla yayınlanan belgeselde, rahmetli Adnan Menderesin özel yaşamına, mahremiyetine girilmiş, sanki o dönemden söz ederken konu edilecek, üzerinde çalışılacak başka bir yön veya yönleri yokmuş gibi, özellikle özel hayatının karalanması yolu seçilmiştir.
            Bu tür belgeseller mutlaka bir amaç ve hedef gösterilerek yapılıyor, yayınlanıyor. Kaynak olarak gösterilenler, ya genç bir yazarın kitabı oluyor, ya da üç beş kitap okuyarak o dönemin otoritesi gibi gösterilen sözde araştırmacılardan söz edilerek, yola çıkılıyor. Bunlar doğru değildir!.
            Önceki günlerde değişik özel Tv kanallarında Menderes ve dönemine ait farklı imzaların ortaya koyduğu belgeseller izledik. Hemen hemen hepsinde,l950 dönemi başlangıç alınıyor, hızla l960’a geliniyor, 27 Mayıs 1960 ihtilali yaptırılıyor, kısaca Yassıada mahkemeleri veriliyor, arkasından idamlar gösterilip, sonuca geliniyor.
            1950 yılına nasıl gelindi?, Nasıl bir Türkiye teslim alındı?, O günün Türkiye’sinde demokrasimiz neyin üzerine oturtulmuştu?, Kırsal kesimin durumu neydi?, Okur-yazar oranımız  hangi rakamlardaydı? Kalkınmaya yönelik neler yapıldı?, Nereden nereye geldik?, 27 Mayıs ihtilali niye yapıldı?, İhtilal yapanların yaşları, rütbeleri neydi?, Sonra neler oldu?.Yassıada mahkemeleri nasıl kuruldu, orada sözde Adalet nasıl işledi? Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un, savcı Ömer Altay Egesel’in Menderes ve arkadaşlarına, orada yargılananlara karşı nasıl hitap ettikleri, Yassıada komutanı  Albay Tarık Güryay’ın Menderes’in eşi Berrin hanımefendi, çocuklarıyla birlikte ziyarete gittiğinde bu Albay’ın kendi odasında nasıl davrandığı, nasıl hakaret ettiği, Adalet Gazetesinin sahibi ve yürekli gazeteci rahmetli Turhan Dilligil’in Yassıada’yla ilgili yazdığı kitaplarından birinin  adının, neden “Allahsız Gardiyan” olduğu gibi noktalar üzerinde araştırmak, bilenlerden sormak, ona göre yayın yapmak, belgesel hazırlamak gerekiyor.
            Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’in 1960  öncesi, Başvekil Adnan Menderes’e yazdığı  mektubun ihtilal sonrası  nasıl sansürlenerek kamuoyuna duyurulduğunu, Cemal Gürsel’ in bu konuda nasıl ses çıkarmadığını, Mahkeme Başkanı Salim Başol’un yargılananlara nasıl  azarladığını, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” gibi güç gösterisi yapan, adres gösteren tutum ve davranışları üzerinde durulması gerektiğini, idamların yapılacağı günün öncesi, CHP  Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Yassıada ve İstanbul’da konuşacak kimse bulunamadığını, telefonuna kimsenin çıkmadığını  hatırlamalı, bunların üzerinde dikkatlice durmalıyız. Hüsamettin Cindoruk’un, “27 Mayısı silahlı kuvvetler değil, silahlı subaylar yaptı. Beş bin subayı emekliye sevk ettiler. Bir iç hesaplaşma gerçekletirdiler aslında” cümlesi 27 Mayıs 1960 ihtilalini yapanların gerçek fotoğrafıdır.
            Bir anı:
Yassıada mahkemeleri sona erer. Mahkeme Başkanı Salim Başol, İstanbul’da  alış veriş için bir markete girer. Kasaya yaklaşır, para ödeyecektir. Marketin sahibi kasanın önündedir. Salim Başol’a dönerek: “Ben sizi tanıyorum. Yassıada hâkimiydiniz, idamlar verdiniz, idam yaptırdınız” deyince, Salim Başol tanınmışlığının gururu içine girer ve market sahibinin cümlelerinin sonunu bekler. Market sahibinin cümlesinin sonu ilginç ve düşündürücüdür: “Bu yüzden benim size satacak malım yok siz buradan alışveriş yapamazsınız” deyince, buz gibi bir rüzgâr eser ve Salim Başol aldığı gıda maddelerini bırakarak, ardına bakmadan marketten uzaklaşır.
            Tv’lerde bu ve bunun gibi gerçekler, Menderes dönemine  ve Menderese gösterilen ilgi ve sevginin büyüklüğü,önemi ve vazgeçilmezliği neden anlatılmıyor acaba?..

KINAMA, ŞİDDETLİ TEPKİ VE REDDİYE...

Ocakoğlu'ndan 'Menderes' (atv; "ben onu çok sevdim") Dizisinine Tepki
12 Eylül 2013 10:15
Demokrat Parti Dava ve Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Sayın Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes'in şahsiyeti ve 1950'li yılların Türkiye'sini karalandığını iddia ettiği 'Ben Onu Çok Sevdim' adlı diziyi kınadı.
Demokrat Parti Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Samet Ocakoğlu, Adnan Menderes'in şahsiyeti ve 50'li yılların Türkiye'sini karalandığını iddia ettiği 'Ben Onu Çok Sevdim' adlı diziyi kınadı.
Demokrat Parti Misyonu'nun ileri gelen isimlerinden olan Samet Ocakoğlu, özel bir televizyon kanalında yayınlanan ve merhum Başbakan Adnan Menderes'in özel hayatını temalı "Ben Onu Çok Sevdim" adlı diziye tepki gösterdi. Dizide konuların çarpıtıldığını ve Menderes'in mahremiyetinin ekranlara taşındığını öne süren Ocakoğlu, "Merhum Başvekil Adnan Menderes'in şahsiyetini ve 50'li yılların büyükTürkiye'sini karalayan, özellikle genç nesillere Yassıada'nın karanlık senaryolarından alıntılarla sözde olay tasviri yapan, Menderes hükümetlerininTürkiye lehine sürdürülebilir kartal pençeli dış politikasını ve şanlı-şerefli Kore Türk Ttugayı'nın varlık sebebini çarpıtan, farklı ve gerçek dışı bir tasvir ile halkın ve tarihin vicdanında seçkin yerini bulmuş Menderes imajını zedeleyen, merhum Berrin Menderes Hanımefendinin muhterem varlığını, mahrem yatak odası canlandırmaları ile ekrana taşıyan, toplumun ahlaki ve kültürel değerleri ile çatışan sanal davranışlar ile doldurulmuş,
diziyi ve bu dizinin senaryosuna egemen olan ahlaki ve ticari düşünceyi şiddetle kınıyorum. Büyük ve şerefli bir camianın, böylesine tasvirlerle kamuoyu huzuruna taşınmasından duyduğum vicdanı sızıyı ve acıyı toplum ile paylaşıyorum. Hakem milletin maşeri vicdanıdır" dedi.
Samet Ocakoğlu, büyük beğeni toplayan ve Adnan Menderes'in yaşam öyküsünü ve hizmet dönemini konu alan "Başvekil Adnan Menderes Yaşam Öyküsü Sanatsal Bilgi Sunumu" sergisini Aydın'a bağışlamıştı. 
- AYDIN

11 Eylül 2013 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN UTANÇ GÜNÜ: 16 - 17 EYLÜL!...

 Şehit Başvekil Adnan MENDERES
            1899’ da Aydın da doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmenin acılarını yaşadı. Babaannesinin sevgisiyle büyüdü. İzmir Amerikan Kolejinde okudu. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Askerliğini yedek Subay olarak yaptı. Terhis edildikten sonra Çakırbeyli’de ki çiftliğine çekildi. Milli Mücadele’ de gösterdiği kahramanlık ve üstün hizmetlerin karşılığı olarak, “İstiklâl Madalyası” ile ödüllendirildi.
            Politika ile ilk teması, Aydın İl Başkanı olarak “Serbest Fırka” ile başlar. 
            1931’de, Atatürk’ün isteği ile Halk Partisinden Aydın Milletvekili olarak seçildi. 11 Haziran 1945’ de toplanan CHP’ grubuna Celâl Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte verdikleri “Dörtlü Takrir” nedeniyle ve yazdığı makaleler sonucu 21.Eylül.1945’ de partiden ihraç edildi. Ama O, Meclis Genel Kurulunda yaptığı etkili konuşmaları ve yayınladığı makaleleri ile “Demokrasi kurallarına uygun bir yönetimin ancak, tam, serbest ve tek dereceli bir seçimle iktidar olabileceği” fikrini savunmayı azim, inanç ve kararlılıkla sürdürdü.
            07.Ocak.1946’da Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat Partiyi   kurdu. Menderes, Genel Kurul Üyesi olarak Genel Başkanı Celal Bayar’ın da desteği ile, dört yıl süreyle yurdun dört bir tarafını dolaşarak Demokratik yönetim biçimine ait olan fikirlerini açık, samimi, inandırıcı bir üslup içinde savundu ve anlattı.
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Atatürk’ün en büyük arzu, hayal ve ideali olan Demokrasiyi Cumhuriyet ile buluşturdu. Bu nedenle “Beyaz İhtilâl” olarak nitelenen 14 Mayıs, “Demokrasi Bayramı” ilân edildi. Bu arada Atatürk’ün Başvekili Celâl Bayar, TC’nin 3. ve ilk sivil Cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes Başbakanlığa getirildi. İlk işi, memlekette barış ve huzuru sağlamak amacıyla bir Genel Af çıkartmak oldu. Ayrıca, “Devr-i sabık yaratmayacağız” kararı ile iyi niyetini gösterdi. Dış siyasette NATO’ya girmenin çetin yollarını aştı.
14.Mayıs.1950’ de başlayıp, 27.Mayıs.1960 günü yapılan darbeye kadar geçen on yıllık süre içinde; Yıllardır ihmal edilmiş, geri kalmış, içerde ve dışarıda itibar  kaybetmiş olan Türkiye’ yi baştan başa yeniden imar ve inşa etti. İşsizlik ve yoksulluğu yendi. Maddi, manevi ilmi ve kültürel değerleri yeniden kazandırdı. Tarihten silinmeye ve yok olamaya yüz tutmuş Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Dünya siyaset tarihinde eşi emsali görülmemiş büyük bir kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirdi.
Merhum Menderes zamanında halk, insanca yaşamayı öğrendi. Cehalet, yokluk, yoksulluk ve işsizlikten kurtuldu. Milli ve manevi değer, eser ve zenginliklerine kavuştu. Devlet adeta baştan başa yenilendi. Demokrasi kurumlaştı ve bir yaşam biçimi olarak yerleşme yoluna girdi. Öyle ki, NATO standart, norm ve kriterlerine göre bu dönemde, normal şartlarda yüz yıla tekabül eden büyük bir kalkınma ve gelişme hareketi yaşandı. Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Parti ile gerçekleştirmiş olduğu eserler bugün, çok sevdiği Milletinin hizmetindedir.
Ancak, bu olağanüstü kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma  ve demokratikleşme hareketini vatan ve millet düşmanları ile devleti ve milleti soymaya alışmış kitleler içlerine sindiremedi. On yıllık iktidarı boyunca, sonuncusu dahil tam 4 darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Fakat, O, vatanını, devletini insanını ve askerini yürekten seven, ordusuna güvenen, demokrasi, hak, adalet ve hukuka dayanan bir insandı. Bu sevgi, saygı, güven ve “güvendiği orduya” karşı duyduğu samimi itimat nedeniyle ve “kan dökülmesin, masum insanlar telef olmasın, devletin ve demokrasinin düzeni bozulmasın” inancıyla bir avuç çapulcuya karşı çıkmadı. Sabır ve tevekkül yolunu seçti. Elbet yanlış, yalan ve iftiraların ortaya çıkacağını, iktidarının aklanacağını ve aziz ve necip Türk milletinin  gerçekleri göreceğini sanıyor ve bu yanlıştan muhakkak dönüleceğine inanıyordu. Bu inanç ve itimatla; Hükümete samimi ve sadık olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetlerini harekete geçirmedi. Milletin selâmeti için teslimiyeti seçti.
Fakat, bir avuç isyancı (38 kişi) tarafından gerçekleştirilen ve Menderes’in “vatan ve millet aşkı” nedeniyle mukavemet görmeyen darbe ne hikmetse muvaffak olunca, tutuklanarak Yassıada’ ya götürüldü. Türk hukuk tarihinin utancı olan yüksek adalet divanı nam uyduruk mahkemelerde sözde yargılanarak idama mahkum edildi. Burada kendisine eziyet, zulüm ve işkenceler yapıldı. Hayali sükut ve hüsrana uğramıştı. Bir kez intihara teşebbüs etti.
O, kendisini milleti ve memleketine adayan büyük bir devlet adamı ve büyük bir vatanseverdi. 17 Eylül 1960 günü öğle saatlerinde idam sehpasında bile son sözleri “vatan sağ olsun” olmuş, “Allaaah!...” diyerek ruhunu (emaneti sahibine) teslim etmiştir. Vatan sağ olsun. Nur içinde yatsın.

Fatin RÜŞTÜ ZORLU, (Eski Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı)

1910’da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nden sonra Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu, Cenevre Hukuk ve İktisat Fakültelerini bitirdi. Dışişleri’nde Hukuk Müşavir Yardımcısı oldu. Aynı Bakanlığın Ticaret Dairesi şefi olarak da çalıştı.
O zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ ın kızı Muallâ hanımla düğünleri, 30 Ağustos 1933’te bizzat Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Bern ve Paris Büyükelçilikleri’nde Başkatiplik görevlerinde bulundu. Moskova Büyük Elçiliği Müsteşarı oldu. Beyrut’ta Başkonsolosluk yaptı. Cumhuriyet tarihinin en ciddi, iyi ve ilkeli hariciyecilerinden biri olarak yetişti.
1950’den sonra Devlet Bakanlığı Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel Sekreterliği’ne getirildi. 1951’de Büyük Elçi olarak NATO’da Türkiye Daimi Temsilciliği görevine atandı.
1954’te Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili seçildi. Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. İki defa Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Dışişleri Bakanlığı zamanında başta Kıbrıs konusu olmak üzere, Türkiye’nin dış politika ilişkilerinin gelişmesi ve gelenek doğrultusunda yerleşip kurumlaşmasında çok büyük katkılarda bulundu. Londra, Zürich ve Garanti antlaşmalarını hazırladı. İmzalanması ve hayata geçmesini sağladı. 
27.Mayıs.1960’da tutuklanarak olağanüstü Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp, yüksek adalet divanınca idama mahkum edildi. Yassıada da çok haksız ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Bu yüz karası ve hukukun utancı durumundaki mahkemelere adeta meydan okudu. Yine de dönemi ile ilgili bütün eylem ve işlemlerini sonuna kadar yiğitçe savundu. Cumhuriyet tarihinin en iyi ve en vatansever, Atatürkçü (Kemalist) ve milliyetçi Dışişleri Bakanı olduğunu tarihe altın harflerle yazdırdı. Her celsede mahkeme heyetine neredeyse ders verdi. Arkadaşlarının en büyük destekçisi ve moral kaynağı idi. İsyancı cunta ve cuntacılara asla taviz vermedi, asla af ve aman dilemedi. Fakat, sonunda onları buraya tıkan irade hükmünü vahşice icra etmekte gecikmedi.
16 Eylül 1960 günü kadere inanmışların rahatlığı içinde abdestini aldı, namazını kıldı. Çok yüksek ve onurlu bir tavırla Yiğitçe sehpaya çıktı. İpi boynuna kendisi geçirdi ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mekanı cennet olsun.

HASAN POLATKAN  (1,2,3 VE 4. DÖNEM MENDERES HÜKÜMETLERI MALIYE BAKANI)

            1915’te Eskişehir’de doğdu. Eskişehir Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Ziraat Bankası’nda Müfettiş olarak çalıştı. 1946’da Demokrat Parti’den Eskişehir Milletvekili olarak seçildi.
1946 – 1950 döneminin demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesinde rol aldı. Celâl Bayar, Menderes ve arkadaşları ile bütün Türkiye’yi dolaştı. Halkı aydınlattı. Vatandaşın yaşadığı yokluk, ızdırap, sıkıntı ve mahrumiyetleri yerinde gördü.
Birinci Menderes Hükümetinde önce Çalışma Bakanlığı yaptı.Sonra Maliye Bakanlığına getirildi. Maliye bakanlığı süresince; Milli Siyaset Belgesi, Atatürk ilke ve inkılâpları ile “namuslu, dürüst, demokrat, temiz devlet-dürüst hükümet” prensibi doğrultusunda çok büyük, önemli ve değerli eser ve hizmetlere imza attı. Maliye Bakanlığını kurumlaştırdı. 
“Devletin Namusu” kavramını maliye teşkilâtına yerleştirdi. Dahilde Ekonominin gelişmesi, uluslar arası iktisadi ilişkilerin kurulması, milli kaynakların aktive edilmesi ve dönem hükümetince sürdürülen akıl almaz kalkınma ve gelişme hızının mali motivasyonu gibi çok büyük hizmetler ifa etti. Vergi kanunlarının demokratik hukuk, insani boyut, evrensel kriter ve adalet ilkelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesini sağladı. Liberal ekonomik düzenin yerleşmesi, imkân ve fırsat eşitliğinin yaratılması ve serbest piyasa koşullarının oluşmasına öncülük ve önderlik yaptı.
27 Mayıs 1960’a kadar bu görevde kaldı. Yassıada Olağanüstü Mahkemesinin kararı ile idama mahkum edildi, hüküm 16 Eylül 1960 günü uygulandı. O tatlı yüz, o sevimli insan böylece yürekten inandığı  yüce yaratıcısına kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Bu Anıtmezar, 
Türk tarihinin çok hazin bir hikayesini sergiliyor: 
            Ülkemiz 1945 yılında çok partili hayata geçtikten sonra kurulan siyasi partiler arasında Demokrat Parti’nin müstesna bir yeri vardır. 7 Ocak 1946 tarihinde Adnan Menderes ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, kısa zamanda halkın sevgi ve güvenini kazanmış, 14 Mayıs 1950 ‘de yapılan tek dereceli ilk seçimde iktidarı ele alarak memleketi 10 yıl idare etmiştir.
            Tarihimize “Demokrat Parti Dönemi” adı ile geçen bu dönemin tek Başbakanı Adnan Menderes’tir. Bu yıllar, kalkınma açısından Türkiye’nin atılım yılları olduğu gibi, dış politika bakımından da memleket güvenliğinin sağlandığı bir dönemdir. Demokratik rejimin getirmiş olduğu güven duygusu içinde Türk Milleti, geleceğine umutla bakıyor. Ve Türkün kaderi, serbest demokratik rejimle birlikte, pek açık bir suretle artık değişiyordu. 10 yıllık Demokrat Parti dönemini işte böyle özetlemek mümkündür.
            Fakat yurdumuzun bu hızlı kalkınması, ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir hükümet darbesi ile kesintiye uğradı. Demokrasinin gelenek ve teamüllerinin henüz yerleşmediği bir dönemde, türlü tesirler altında orduda kurulan bir askeri cuntanın gizlice hazırladığı darbe ile Demokrat Parti iktidarı sona erdi.Darbeyi gerçekleştiren cunta, memleket yönetimini ele aldı, ve devirdiği partinin liderleriyle birlikte 400 kadar milletvekillini de tutuklayarak Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada’da gözetim altına aldı. İhtilal İdaresi, DP’li siyaset ve devlet adamlarını kendisinin seçtiği kimselerden oluşan ve “Yüksek Adalet Divanı” adını verdiği özel bir mahkemede “Anayasayı ihlal yakıştırması” ile yargılatarak, 348’ini ağır cezalara mahkum etti. İdam cezasına çarptırılan 15 kişiden olan üçünün, Başbakan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın cezalarını yine Marmara’nın ortasında bulunan bir başka adada, İmralı Adası’nda asarak infaz eyledi.
            Fakat 27 Mayıs darbesi, Türk halkı tarafından asla tasvip görmemiş, hele üç devlet adamının darbe tarihinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten, yani iktidara yöneltilen suçlamaların iftira olduğu ortaya çıktıktan sonra idam edilmeleri ise, memleketteki üzüntüyü bütün bütün arttırmış, milli birlik ve beraberliğimizi sarsarak, ülkemizi iktisadi açıdan tam bir durgunluğun, rejim yönünden de şiddetli bir buhranın içerisine atmıştı. Türkiye’nin böylesine bir gerginlik içinde kalamayacağı aşikardı. 1961 yılının sonbaharında işbaşına gelen sivil idare, Yassıada hükümlüleri için arka arkaya af kanunları çıkarmaya başladı ve müebbet hapis cezasına mahkum olanları dahi birkaç yıl içerisinde serbest bırakarak cezaevlerini boşalttı. Sonra hepsinin siyasi hakları iade edildi.
            Ama, Af Kanunları, Demokratların uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için yeterli değildi. Zira, darbe ile düşürülüp, ağır cezalara çarptırıldıktan sonra bile, Türk Politika hayatı üzerinde güçlü tesir ve nüfuzu devam ettiren ve halkımızın yanında böylesine yüksek itibara sahip bir siyasi kadronun suçlu sayılması akla da, vicdana da aykırı düşüyor ve toplumumuzu rencide ediyordu. Türk toplumu, büyük çoğunluğu ile, Demokrat Parti’nin devamı ve uzantısı olduklarını söyleyen siyasi partilere her seçimde oy veriyor, DP dönemine duyduğu özlemini bu suretle açığa vuruyordu. O halde, ortada büyük bir çelişki ve çarpıklık var demekti. Milletimizin, ihtilalin devirdiği insanları baş tacı etmesinin manası açıktı; İhtilal halka dayanmıyor, halktan destek almıyor demekti. Çarpıklık işte burde idi. Bu çarpıklığı düzeltip toplumu rahatlatabilmek için, af kanunlarının ötesine geçmenin ve bu itibarla DP’li politika ve devlet adamlarının suçsuzluklarını ilan etmenin zamanı çoktan gelmişti. Halkımızın yıllardan beri beklediği de bu idi.
            Türkiye Büyük Millet Meclisi, Nisan 1990 tarihinde yeni bir Kanun daha çıkardı. Bu kanun, eski DP’lilerin bu defa itibarlarını hukuken iade etmek suretiyle onları akladı. Ve Yassıada Mahkumiyetini, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibi yüzünden ancak böylesine bir yolla ortadan kaldırmış oldu. İmralı Adası’nda idam edilip orada defnedilmiş olan üç devlet adamının mezarlarının da bir başka yere devlet töreni ile nakledileceği hükme bağlandı. İşte bunun üzerinedir ki; Yıldırım Akbulut hükümeti, İmralı’dan nakledilecek üç mezar için bu anıtı inşa ettirmeye başladı. Mezarların naklinin, Başbakan Menderes’in idam edildiği günün yıl dönümüne, yani 17 Eylül tarihine yetiştirilebilmesi için Anıtmezar, geceli gündüzlü bir çalışma ile 52 gün gibi rekor denilecek bir sürede tamamlandı. Truva vapuru üç şehidin yakınları ile, Demokrat Parti Milletvekillerini alarak 15 Eylül günü akşamı Sarayburnu’ndan İmralı’ya hareket etti. Mezarlar 16 Eylül Pazar günü açıldı. Ve merhumların kemikleri dini törenle üç ayrı tabuta kondu. Truva vapuru 17 Eylül Pazartesi sabahı Sarayburnu’na doğru yola çıktı.
            Cenaze namazları Muratpaşa Camii’nde kılındı ve orada düzenlenen kortej, 25 kilometre ötede bulunan Anıtmezar’a doğru yürüyüşe geçti. Kortejin başında, daha başkanlığı sırasında bu davayı ele alıp azimle takip etmiş olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal yürüyordu. Eski başkentin sokakları yurdun her tarafından gelen insanlarla dolu idi. İmralı’dan gelen tabutları selamlamak için Türkiye’nin 73 vilayetini temsilen İstanbul’a gelen 73 heyet de Anıtmezar’a konulmak üzere getirdikleri topraklarla birlikte törende yerlerini almışlardı. Anavatan ve Doğruyol Partileri’nin merkez ve taşra teşkilatlarının tamamı orada idi.
            Halkımızın Cumhuriyet döneminin en sevilen talihsiz Başbakanı Adnan Menderes’i ve O’nun yine talihsiz kader arkadaşlarını gözyaşları içinde ebedi istirahat yerlerine uğurladı. Bu Anıtmezar’ın çok kısa hikayesi işte bundan ibarettir.Yüce Türk Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara sevgi ve saygı ile aktaracaktır.
(*) Gelenek ve Gerçek, Mustafa Nevruz SINACI

22 Ağustos 2013 Perşembe

Vefatının 27. yıl dönümünde 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar

Genel Başkan Gültekin Uysal, Demokrat Parti’nin Kurucusu ve İlk Genel Başkanı olan 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın 27. ölüm yıldönümünde bir mesaj yayınladı:
22 Ağustos 2013 Perşembe
“Yeni, Galip Hoca’lara ve Mücadele Adamlarına ihtiyacımız var..”
“Celal Bayar, Türk siyasetinin köklü çınarlarından biridir”
" Türk Milleti’nin zihnindeki varlığı asla sona ermez."
(DP Basın Merkezi- 21 Ağustos 2013)- Genel Başkan Gültekin Uysal, Kurtuluş Savaşı Mücadelesi’ne katılan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda görev alan, Demokrat Parti’nin Kurucusu ve İlk Genel Başkanı, 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın 27. ölüm yıldönümünde yayımladığı mesajda “ Yeni, Galip Hoca’lara ve Celal Bayar gibi ‘Mücadele Adamlarına’ ihtiyacımız olan günleri yaşıyoruz..” dedi.
Genel Başkan Gültekin Uysal’ın, Celal Bayar’ın ölüm yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajın tam metni şöyle:
" Türk Milleti’nin zihnindeki varlığı asla sona ermez."
“ Millî Mücadele'nin başlaması ile birlikte Anadolu'ya geçerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ‘Galip Hoca’ olarak katılan, bir ‘Mücadele Adamı’ rahmetli Celal Bayar’ı, yokluğunu derinden hissettiğimiz bu son günlerde bir kez daha saygıyla anıyoruz. Celal Bayar’ın Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadelesi, Cumhuriyetin kurulmasından sonra ekonomist olarak ülkenin kalkınmasına katkıları asla unutulmayacaktır.
Türkiye’nin ilk sivil Cumhurbaşkanı Rahmetli Celal Bayar, Mustafa Kemal Atatürk’ün en güvendiği kişi ve aile dostu olmuştur. Celal Bayar, Atatürk’ün emri ile ekonomik kalkınma ve yeni yatırımlar konusunda büyük bir başarı sağlayarak, Türk Ekonomisinin gelişmesini tesis etmiştir. Celal Bayar, ülkemizin imarı, ekonomik bakımdan güçlenmesi ve demokrasimizin gelişmesi için hayatı boyunca çaba göstermiş, milletimize önemli hizmetlerde bulunmuştur. 
Merhum Celal Bayar, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak ülkemize önemli hizmetlerde bulunmuş bir devlet adamıdır. Cumhuriyet’in kuruluşunda üstlendiği görevleri başarıyla yerine getirmiş olan Celal Bayar, Kurtulus Savaşı’nın ‘Galip Hoca’sı, cuntacıların kurduğu Yassıada Mahkemesi tarafından idama mahkûm edilmiştir. 
“Celal Bayar, Türk siyasetinin köklü çınarlarından biridir”
Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’nün, Yüksek Haysiyet Divanı kararı ile CHP den ihraç edilmesinden sonra rahmetli Celal Bayar, arkadaşlarına yapılan bu antidemokratik muameleyi kınayarak CHP Milletvekilliğinden istifa etmiş,’’Sine-i Millete’’ dönmüştür. 
Şerefli davanın takipçileri olarak, kurucularımızdan aldığımız ilham ve donanımla haklı mücadelemize bugün de aynı inanç ve kararlılıkla devam etmekteyiz.
Türk siyasetinin köklü çınarlarından biri olan Celal Bayar’ın kurduğu ve “Yeter Söz Milletindir” diyerek iktidara taşıdığı Demokrat Parti'nin fikriyatı, ilk günkü gibi yerli yerinde duruyor. Bu çizginin Türk Milletinin aklında, kalbinde ve zihnindeki varlığı asla sona ermez.
Bugünkü İktidar Partisi’nin, Demokrat Parti hareketini sahiplenme girişimi, tamamen meşruiyetini genişletme çabasıdır. Biz ötekisi olmayan bir siyasal çizgiyiz. Bu hareketin tek ve gerçek temsilcisiyiz. Dolayısıyla doğru adres de biziz.
Celal Bayar’la başlayan 67 yıllık bir siyasi hareketin 2013 Türkiye’sinde hemen hemen tüm partiler tarafından referans alınması, DP'nin millet nezdinde varlığını canlı bir şekilde sürdürdüğünü gösterir.
“Türkiye’de değişimi biz başlattık”
Türkiye'de demokrasinin tüm kurallarıyla yerleşmesi sadece sözle olmaz, ruhen de demokrat olmanız gerekir. Bizim hareketimiz millet ve devlet kavramlarını yerli yerine koyarak, çarpıştırmadan bir noktada konsolide edebilme hareketidir. Milletimiz eninde sonunda gerçeği görecek ve kararını verecektir.
Biz Türkiye'de değişimi başlatan ve başaran bir çizgiyiz. Demokrat Parti yeniden sıçrama yapacak bir potansiyele sahip bir parti. Eğer köklü bir geleneğiniz varsa, sahip oldunuz değerler ve sorumluluklarla beraber bu cenderenin içinden çıkabilirsiniz. Demokrat Parti'yi hak ettiği yere taşımak ve milleti hizmet dışında şahsi hiçbir beklentimiz olmadan siyaset yapıyoruz. 
‘Derdimiz Hürriyet’, ‘Derdimiz Demokrasi’ diyenlerle, adalet arayanların toplanacağı tek çatı, Demokrat Parti’dir.
Türk milletinin ve Demokrat Parti Teşkilatının gönlünde müstesna bir yere sahip olan Celal Bayar, her zaman saygıyla hatırlanacaktır. Vefatının 27. yıl dönümünde 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı şükran ve rahmetle anıyor, ailesine başsağlığı dileklerimi iletiyorum.”
Kaynak ( DP )

4 Ağustos 2013 Pazar

SAYIN MEHMET ARİF DEMİRER'DEN MEKTUP

Mehmet Arif DEMIRER <demirer@dp1946.org>
04 Ağustos 2013, Pazar -13:42 (1 saat önce)
Kime: İsmet ÖZBAKKAL, DP İl Başkanı-Kayseri 
Sayın İsmet Özbakkal,
Önce DP Kayseri İl Başkanlığı olarak bir websitesi düzenlemiş olduğunuz için  kutluyorum.
Önemli bulduğum iki  hususa değinmek istiyorum:
1.       “ATATÜRK’ün İzindeyiz” beyanı ile genel olarak Genel Başkanınızı bağrınıza basan tutumunuz çelişkili. Genel Başkanınız, DP geleneği ile hiç bağdaşmayan açıklamalar yapmaktadır: ATATÜRK’ün Müzeye dönüştürdüğü Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması gibi.
2.       Sitenizdeki ‘Baba Ocağı’ başlıklı yazıda önemli eksiklikler ve ilke hataları vardır: Bayar’ın ATATÜRK’ün son başbakanı olduğu adeta gizlenmiştir. 1937 yılı anlatılırken başbakan değişikliği (İnönü’den Bayar’a) vurgulanmalıdır. DP’yi kuran ve Genel Başkan olarak Tek Başına İktidar’a taşıyan Bayar’dır. DP’nin “Meclis’teki İkinci Gruptan nüvelenmiş”  olduğu iddiası yanlış ve tehlikelidir. İkinci Grup Mustafa Kemal ve devrim karşıtı kişilerdi.   
Menderes Hükümeti’nin 31.7.1959’da AET’ye başvurduğu bilgisi önemli ama AET’nin cevabı eksik. Bkz 12 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet.   
Kayseri’yi ilgilendiren Türkiye’yi 27 Mayıs’a götüren Yeşilhisar Olaylarını mutlaka sitenize alınız.  Bu Olaylar hk bkz. kapağı ekli kitap: 27  Mayıs Masallar ve Gerçekler.
Saygılarımla  
NOT: Genel Başkan’a Açık Mektup 10.6.2013, İl Başkanlarına Açık Mektup 18.8.2013 günleri ANAYURT Gazetesinde yayımlanmıştır. Dost Acı Söyler, örneği.
***
DEMOKRAT PARTİ'NİN KADİM VE SAYGIN MENSUPLARINDAN; UZUN SÜRE GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI GÖREVİNDE BULUNMUŞ MEHMET ARİF DEMİRER BEY'İN GÖNDERDİĞİ ÖNERİ, KATKI, BİLGİ VE BELGELER:

DEMOKRAT PARTİ GENEL BAŞKANINA AÇIK MEKTUP
Sayın Gültekin Uysal,
Hemşeri olmamızın ötesinde eşiniz babamın Cemile Ablası’nın torunu ! İlk tanıştığımızda (DYP Genel Başkan Yardımcısı idiniz.) “Partiniz, Demokrat Parti’yi hiç tanımıyor. Cumartesi günleri bir dizi bilgilendirme konferansları düzenleyelim. Hiç olmazsa Ankara ve ilçelerinin parti yöneticilerine Demokrat Parti tarihi hakkında bilgi sunmuş oluruz” diyerek on sekiz konferanslık bir program önermiştim. Önerim cevapsız kalmıştı.
Yine bir öneri ile sesleniyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu kaotik ortamı değerlendirmek ve DP’nin misyonu olan Güçlü Merkez Sağı yeniden oluşturmak amacı ile derhal olağanüstü bir Kongre ilan ederek (Bn. Çiller ve Mesut Yılmaz dışında) herkesi partiye davet ediniz.
STAR Gazetesi’nin 6.6.2013 günü birinci sayfasındaki fotoğrafa (Menderes – Özal ve Erdoğan) uzun uzun bakınız. Özal’ın, Menderes sevgisi ve saygısı dışında Menderes’e hiç benzemeyen özellikleri vardı. Erdoğan ise ne Menderes ne de Özal ile ortak özellikleri olan bir politikacı. STAR’ın fotoğrafı, Erdoğan’ın “Benim % 50 oyum var” mesajını pekiştirmeye yönelik bir dezenformasyon unsuru. Çünkü, yüzde elli oyun tamamı O’nun değil.
Erdoğan’ın % 50 oyunun en az % 60’ı bizim, Menderes’in oyu. Bu oyun sahibi, laik Cumhuriyet’e ve ATATÜRK’e saygılı, seçmenler Erdoğan’ın son söylemlerinden (13 Nisan 2013: “Bizim her meselede yegane referansımız Kuran-ı Kerim’dir”) son derece rahatsızlar. Tıpkı benim sizi Yeni Asya Gazetesi’nin Said Nursi ile ilgili bir etkinliğine tek siyasi parti genel başkanı olarak katıldığınızı gösteren fotoğrafı gördüğümde rahatsız olduğum gibi. Gündeminde Ayasofya’nın yeniden açılması olan o Yeni Asya Gazetesi etkinliğinde DP Genel Başkanı’nın ne işi olabilirdi? Herhalde bilmiyorsunuz, babamın da üyesi bulunduğu Dördüncü Menderes Hükümeti 1957 yılında Trabzon Ayasofya Camiinin kapatılmasına yönelik uluslararası bir fresk restorasyon çalışması başlatmıştı? Bu çalışma nedeniyle 1959 yılında kilise binasından dönüştürülmüş Ayasofya camii ibadete kapatılmış, binanın bulunduğu Fatih Muhtarlığında İslami mimariye uygun doğru dürüst bir Fatih Camii yapılmış ve ibadete açılmıştı. Ortodoks kilise binası ise 1964 yılından beri, 49 yıldır, müze.  
Ortodoks Rum’un yaptığı binayı müzeye dönüştüren Menderes’in partisinin 2013 yılında genel başkanı ATATÜRK’ün müzeye dönüştürdüğü İstanbul Ayasofya binasının yeniden cami olarak ibadete açılmasını mı destekliyor? Sultanahmet Meydanında cami açığı mı var?
Sayın Gültekin Uysal,
Başbakanın seçmenlerinin büyük çoğunluğu (yarıdan çok fazlası) Demokrat Parti yerlerde süründüğü için AKP’ye oy verdi. Bu durumun sorumlusu siz değilsiniz. Dolayısı ile DP Genel Başkanı olarak (büyük bir onur aynı zamanda büyük bir sorumluluktur) kerhen AKP’ye oy veren DP seçmenlerini geri kazanmak amacı ile önce un ufak olan partiyi büyütmek için kapılarını herkese açınız. DP çizgisinin tüm kilometre taşlarını bizzat arayarak davet ediniz.
AKP, 2014 yılında bir erken seçime gidebilir. Son gelişmelerden sonra AKP’den uzaklaşmak isteyen Merkez Sağ (DYP  + ANAP) eski seçmenleri, Nazım Hikmet sevdasından kendi kurtaramayan Milli Merkez’e de yönelemeyeceklerine göre, yine şaşırıp kalacaklardır. İşte onlara, “Sizlerin eviniz burasıdır, Demokrat Parti’dir. Bakın bizler, partiyi yeniden ayağa kaldırmak için, bir araya geldik, aramızdaki küskünlükleri unuttuk ve Türk Milleti için, 1950 yılında olduğu gibi, yegane adresin Demokrat Parti olduğunu ilan ediyoruz. Arkamızda Bayar, Menderes, Demirel ve Özal’ın deneyimleri var” diyebilmek için olağanüstü kongreye bir gün gecikmeden gidiniz. Bunu yapmaz, bu fırsatı kullanmazsanız, sizi affetmeyeceğim.
DEMOKRAT PARTİ İL BAŞKANLARINA AÇIK MEKTUP
DP Genel Başkanı Sn Uysal’a 10 Haziran 2013 tarihli Açık Mektubum eklidir. (yukarıdadır)
Bu mektuba herhangi bir cevap almadığımı üzülerek açıklamak zorundayım.
15/16 Haziran 2013 gecesini hep birlikte yaşadık. Ben olayları Oxford’da internetten izledim.
Bir yanda Sincan’da “Sandık” diye haykıran Başbakan, öte yanda O’nun polisinin, açılışını 1956 yılında Menderes’in yaptığı Divan oteline, can havliyle kaçışan T.C. vatandaşları.
Görüntüler, Amerikan filmlerinde teröristlere vahşice saldıran polisleri anımsatıyordu.
Gelin, Başbakan’ın sandık çağrısı üzerinde biraz duralım.       
2009 – 2011 yıllarında yazdığı köşe yazıları ile DP yönetimini rahatsız eden köşe yazarı Sabahattin Önkibar, AYDINLIK Gazetesi’nde 12 Haziran günü AKP’yi Alaşağı Etmenin Tek bir Yolu Var başlıklı yazısında şu tespitleri (tümüne katılmadığım) yapmış:
“AKP Sol’dan değil, Sağ’dan yıkılır. (Buna katılıyorum)
“Bunun için olması gereken Merkez Sağ’da Milliyetçi-Muhafazakar karakteri baskın olan yeni bir oluşuma gidilmelidir.
“Milli Merkez oluşumu çalışmaları var ya?
“… Milli Merkez laik karakterlidir yani muhafazakar eksenli bir hareket değil, dolayısı ile o tür bir oluşum ile AKP’yi geriletmenin imkanı yoktur. (Buna katılmıyorum)
“Milli Merkez partileşse bile Merkez Sağ’da AKP’den oy koparacak Özal’ın ANAP’ına benzer bir parti gerekiyor.”  (Buna da katılmıyorum)
Önkibar’ın aklına Özal’ın ANAP’ı geliyor da Bayar-Menderes-Demirel çizgisinin Demokrat Parti’si gelmiyor. Üstelik, 2009 yılında ANAP, Kongre’de fesih kararı alarak Demokrat Parti’ye katılmıştı.
Bu durum, (Demokrat Parti’nin bu kadar kısa bir sürede unutulmuş olması)  Said Nursi anma toplantılarına katılan DP Genel Başkanı açısından çok üzücüdür. Kendisine, “DP Genel Başkanlığı büyük onur ve büyük sorumluluktur” dedim. Bu, hepimiz, hepiniz için geçerli.
Şu soruyu her Demokrat Partili sormalı ve cevabını düşünmelidir: Başbakan nasıl oluyor da sandıktan bu kadar emin konuşabiliyor, “Benim yüzde ellim var” diyebiliyor?
Erbakan’ın en yüksek oyu % 21 idi (1995). Ne oldu da bu kadar kısa bir sürede % 21 oy % 50 oldu ve aynı zaman aralığında Demokrat Parti yüzde sıfıra yerleşti? Artık kimsenin aklına alternatif olarak bile gelmiyor? Onun için de, adından bahsettirebilmek için, DP Genel Başkanı Yeni Asya’nın Said Nursi etkinliklerinde başköşede görüntü veriyor?
15/16 Haziran gecesinden sonra çok değişik bir Türkiye’de yaşayacağız. Başbakan’ın yüzde elli diye hesapladığı (çantadaki keklik sandığı) oyunun her gün eriyeceği bir Türkiye’de. 
Başbakanın hesabının, çok yanlış olduğunu gösterebilmek için sizleri, DP’li olmanın sorumluluğunun idraki içinde, mümkün olan en kısa sürede Olağanüstü bir Kongre toplanması için Genel Merkez’e çağrı yapmaya davet ediyorum.
Mehmet Arif DEMİRER // Oxford, 16 Haziran 2013